Fırat Kalkanı operasyonu Türkiye’nin Suriye politikası açısından bir ilk...
Türkiye, Suriye’de iç savaşın başladığı günden bu yana ilk kez Suriye’ye asker sokup, doğrudan alandaki çatışmalara dahil oldu. Daha önce yapılan Şah Fırat operasyonunda da Suriye’ye Türk askeri girmişti. Ancak bu operasyonun kapsamı sadece Süleyman Şah’ın kabrini getirmekle sınırlıydı.
Şah Fırat operasyonunun aksine, Fırat Kalkanı operasyonunun kapsamı ve süresi net değil... Mehmetçik uzun süre Suriye’de kalabilir, kanlı çatışmalara girebilir.
Türkiye’nin bu kadar büyük bir riski üstlenmesinin altında -çok yazılıp çizildi- Suriye’nin kuzeyindeki Kürt koridorunu engellemek yatıyor. IŞİD’le mücadele ise başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere, Türk yetkililerinin tüm dünyada oluşan “İslamcı teröristlere destek veriyor” imajını ortadan kaldırmak açısından da ayrıca fırsat yaratıyor.
Ancak Ankara’da konuşulanlar, operasyonun sadece “siyasi amaçları” olmadığına, bir de “enerji ayağının” bulunduğuna işaret ediyor.
Enerji politikası, aslında buzdağının görünmeyen kısmı... Bunu ayrıntılandırmak için son dönemde yaşanan gelişmelere odaklanmak gerekiyor.
- TÜRKİYE İLE BARZANİ ARASINDA SOĞUK RÜZGARLAR- Türkiye’nin Kuzey Irak’la imzaladığı 2012 tarihli enerji işbirliği çerçeve anlaşması, son derece olumlu bir anlaşmaydı. Ancak hiç uygulamaya konulamadı. Amaç Irak Kürt petrol ve gazının Türkiye üzerinden Batı’ya aktarılması olan anlaşma kapsamında, Kürtlerin kendi kontrollerindeki bölgede, Türkiye’nin ise kendi topraklarında boru hatları inşa etmeleri gerekiyordu. Kürt tarafı boru hattını 9 ayda inşa etti, bitirdi. Ancak Türk tarafı hâlâ “ihale aşamasını” geçemedi. Bu arada, TPAO ve TPIC’in Kuzey Irak’taki petrol ve doğalgaz yataklarında daha fazla söz sahibi olması için yapılan görüşmeler -Miran ve Binabawi yatakları başta olmak üzere- başarısızlıkla sonuçlandı. Kürt kaynaklarına göre bunda Türkiye Enerji Bakanlığı’nın “Nasıl olsa Kürtlerin mali durumu sıkışık. Bunları biraz da biz sıkıştırıp, daha iyi şartlar elde edebiliriz” tavrı etkili oldu.
- RUSYA, IRAK KÜRT BÖLGESİNE GİRDİ- Türkiye’nin “fırsattan istifade biraz daha kazanayım” diye Kürtleri küstürmesinden yararlanan ülke Rusya oldu. Rusya, önce Iraklı Kürtlerin mali sıkıntılarını aşmaları için bölgeye çantalarla para taşıdı. Ardından da, Rusya’nın Gazprom Neft şirketi, Kuzey Irak’taki Germiyan, Hurdemir ve Shakal sahalarının işletmesini aldı.
- SURİYELİ KÜRTLER DE ENERJİ DENKLEMİNE DAHİL OLDU- PYD-YPG’nin Moskova’da büro açması, Suriyeli Kürt grupların da bölgedeki “enerji denklemine” dahil olmasının yolunu açtı. Bakmayın siz Rusya Lideri Vladimir Putin’in Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “PYD’nin Moskova’da bürosu olduğunu ilk sizden duydum” demesine... Ruslar ile Suriyeli Kürtler, “Kuzey Suriye’den geçerek, Kuzey Irak ve Musul petrolünü Akdeniz’e ulaştırabilecek” bir boru hattı ile buna paralel bir doğalgaz boru hattı konusunda “beyin jimnastiğine” başlamış durumda... Konu, Iraklı Kürtlerle de görüşülmeye başlandı.
PYD-YPG’nin Kuzey Suriye’de istediği koridoru elde etmesi halinde, boru hatlarının 1.5-2 yıl içinde inşa edilebileceği diplomatik kulislerde konuşuluyor. Bunun gerçekleşmesi, Türkiye’yi sadece güvenlik açısından sıkıntıya düşürmez; Ankara’nın Ortadoğu enerji denkleminde oyun dışı kalmasına da neden olabilir.
- FIRAT KALKANI, TÜRKİYE’NİN OYUN BOZMA HAMLESİ- Fırat Kalkanı’nı bu açıdan da okumak gerekiyor. Operasyonun başlamasından hemen önce Iraklı Kürt Lider Mesud Barzani’nin Ankara’ya çağrılması da, ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın Ankara ziyareti de tam olarak bu konuyla ilgili... Ankara’da Barzani’ye “hayallere kapılmaması” gerektiği hatırlatılırken, ABD’ye de Rusya öncülüğünde kurulabilecek böyle bir enerji denkleminin, Amerikan politikalarına tamamen ters olduğu anlatıldı; ABD’nin savunduğu “enerji arzında alternatif yollar” politikasının, Kuzey Suriye’de kurulabilecek Rusya destekli yeni bir boru hattıyla büyük zarar görebileceği vurgulandı.
Kısacası...
Fırat Kalkanı Türkiye açısından büyük risk ancak bu açıdan bakınca, operasyonun bir zorunluluk haline geldiği ortada... Tabii kapsamının sınırlı tutulması ve Mehmetçiğin IŞİD’e karşı kendi askerini sahaya sokmayan ülkelerin kara gücü yapılmaması şartıyla...

Biden’dan “diplomasi dersi”


AKP, dış politika konusunda hep aynı yanlışı yaptı...
Dış politikayı “siyah-beyaz” olarak kurguladı. Türkiye’nin herhangi bir ülkeyle olan ilişkisi, sadece tek bir noktadan ele alınıp, “ya siyahsın, ya beyaz/ya bendensin, ya değilsin” yaklaşımı benimsendi.
Bu konuda pek çok örnek var.
Mesela Suriye’de Esad’la ilişkiler...
Evet; Esad bir diktatör. Evet; Esad kendi halkını bombaladı, kurşun sıktı. AKP’liler de bunun üzerine hemen Esad’la ilişkileri tamamen koparıp, “üç saat sonra Şam’da namaz” söylemine girdi. Bu söylem, belki iç politikada AKP’nin işine yaradı. Ancak dış politikada Türkiye’yi çok büyük sıkıntılara soktu.
Oysa Türkiye, Esad’la “doğrudan küsmek” yerine, büyük komşu sıfatıyla Suriye’deki rejimi olumlu yönde “etkilemeye çalışma” yolunu seçebilirdi. Ama olmadı; “ya siyahsın, ya beyaz” denildi, Suriye tümden terk edildi.
Benzer yaklaşımlar İsrail’le ilişkilerde de, Mısır’la da yaşandı. Ve sonuç, öyle ya da böyle, hep Ankara’nın dışlanması, hep Türkiye’nin aleyhine gelişti.
Oysa dünyanın en güçlü ülkesi ABD’ye bakın...
ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, Ankara’ya geldi ve hemen her konuda “alttan aldı”.
AKP cenahından yankılanan “15 Temmuz darbe girişiminin arkasında ABD var” söylemine karşılık, “Sizin en iyi dostunuz biziz” dedi.
Ankara’nın iki kritik talebi, FETÖ lideri Gülen’in iadesi ve Suriye’nin kuzeyindeki Kürt koridoru konusunda Türk yetkilileri memnun edecek mesajlar verdi.
O kadar ki...
Ocak ayında yaptığı İstanbul ziyaretinde gündeminin merkezine koyduğu insan hakları ihlallerinden de, “Kürtlerle masaya oturmaktan” da, sadece 6 ay sonra yaptığı Ankara ziyaretinde hiç bahsetmedi. Ne hapisteki gazeteciler, ne ifade özgürlüğü sıkıntıları Biden’ın söyleminde yer aldı.
Dünyanın en güçlü ülkesinin 2 numaralı ismi Biden, diplomasinin siyah-beyazların değil “gri tonlarının” hakim olduğu bir alan olduğunu, ülkeler arası bir “pazarlık alanı” olduğunu gösterdi. Asıl olanın, “ülke çıkarları” olduğunu, ülke çıkarları açısından gerekirse “geri adım da atılabileceğini-özür de dilenebileceğini” ortaya koydu.
AKP’nin yeni Başbakanı Binali Yıldırım’ın dış politika mesajları da bu açıdan umut verici... Ancak gerçek diplomatların elinden alınıp, son 6 yıldır “uçuk hayallerle” kurgulanmış, kıymetleri kendilerinden menkul uzmanların eline bırakılmış dış politikayı yeniden realist çizgiye çekmek sıkıntılı. Bir de buna “kifayetsiz muhteris” yandaş basının komplo teorilerini/savaş çığlıklarını eklerseniz; Başbakan Yıldırım’ın işi çok zor...

Ankara Fısıltısı

Kamuya ‘Enerji Holding’


Enerjiyle başladık, öyle devam edelim...
Ankara’da enerji alanında önemli bir yapısal hazırlık var.
Plan, devlete ait tüm enerji şirketlerinin, BOTAŞ, TPAO, Türkiye Kömür İşletmeleri, tüm yenilenebilir enerji birimlerinin tek çatı altında toplanması... Bir çeşit “holding” haline getirilecek bu şirketlerin başına gelecek kişi ise “ticari anlamda bakanın yetkilerini kullanma imkanına” kavuşacak.
Ankara koridorlardaki fısıltıya göre oluşturulacak bu “üst yapının” başına getirilecek kişi de belli: TPIC Genel Müdürü Mithat Cansız.