13 Mart 2016

Erdoğan’la istikrar da olmaz, barış da!

Ve despotların yeri, tarihin çöp tenekesidir!

Kim bilir kaç zamandır, kaç keredir tekrarladım:
Erdoğan bir despottur, onunla istikrar da olmaz, barış da!
Cumhurbaşkanı seçildiği zaman da, 7 Haziran sonrası barış değil savaş düğmesine bastığı zaman da, 1 Kasım’da yüzde 50 oy aldığı zaman da hep vurguladım:
Erdoğan’la istikrar bekleyenler kendilerinini aldatıyor; Erdoğan’la bu memlekette ancak kan gölü büyür.
Büyüyor da...
Dün akşam saatlerinde, Ankara’nın göbeğinde bir bomba daha patladı.
Lanetliyorum bu terör saldırısını da...
Her patlayan bombayla, yapılan her katliamla görüşüm kuvvetleniyor.
Erdoğan’la istikrar ve barış sözcükleri yan yana gelemez.
Erdoğan tam bir ‘fiyasko’dur.

Ankara’nın göbeğinde bir bomba daha patladı, en az 27 kişi hayatını kaybetti. Her patlayan bombayla, yapılan her katliamla görüşüm kuvvetleniyor: Erdoğan tam bir 'fiyasko'dur

Demokrasi açısından ‘fiyasko’dur.
Hukuk açısından ‘fiyasko’dur.
Özgürlükler açısından ‘fiyasko’dur.
İnsan hakları açısından ‘fiyasko’dur.
Barış açısından ‘fiyasko’dur.
İstikrar açısından da ‘fiyasko’dur.
İsteyen istediği gibi laf çevirsin.
Laf ebeliği yapsın.
Bugün Türkiye’de istikrarsızlık derinleşiyorsa, bugün Türkiye barıştan gitgide uzaklaşıyorsa, baş sorumlu Tayyip Erdoğan’dır, başkası değil.
Aşağıda daha önce yazdığım yazı yer alıyor. 

                        *   *   *

Ve despotların yeri, tarihin çöp tenekesidir!


Eskiden de böyleydi.
Soğuk savaş döneminde de demokratik hak ve özgürlükler umursanmazdı.
Demokrasinin kolunu kanadını kıran askeri darbeler görmezlikten gelinir, hatta desteklenirdi.
Onlar için önemli olan, Türkiye’nin komünizme karşı kale olmasıydı.
Türkiye’de insan hakları hiçe sayılıyormuş, hapishaneler, işkencehaneler dolup taşıyormuş umurlarında bile olmazdı.
Türkiye ikinci sınıf, üçüncü sınıf bir demokrasiyle ya da sözde demokrasi ile idare edebilirdi, nokta.
Ara sıra zevahiri kurtarmak için sinek vızıltısı gibi sesler çıkardı,  ama o kadar...
Önemli olan komünizme karşı kale olmasıydı Türkiye’nin...
Peki, bugün durum farklı mı?
Hayır değil.
Komünizm’in yerini radikal İslam aldı.
IŞİD aldı.
Mülteciler aldı.
Türkiye’ye bunun için ihtiyacı var Amerika’nın, Avrupa’nın.
Tıpkı soğuk savaş yıllarındaki gibi.
Türkiye’de bir despot, demokrasi ve hukuk devletini ayaklar altına almış çiğnedikçe çiğniyor, gıkları çıkmıyor.
Türkiye’de bir despot, Avrupa’yı Avrupa yapan, Batı’yı Batı yapan değerleri hiçe sayıyor, gıkları çıkmıyor.

İngiltere'de yayımlanan Times gazetesi, mültecilerle ilgili yapılan pazarlıkta Erdoğan ile Merkel ve Avrupalı liderleri Morten Morland'ın çizgisiyle böyle tasvir etti


Soğuk savaş döneminde de demokratik haklar umursanmaz, hatta darbeler desteklenirdi. Onlar için önemli olan, Türkiye’nin komünizme karşı kale olmasıydı!

İnsan hakları ve özgürlükler üzerinden at pazarlığı yapıyorlar despotla...
Bir zamanlar nasıl askeri darbe umurlarında değildi, bugün de sivil darbe öyle...
Bir zamanlar nasıl askeri vesayet  umurlarında değildi, bugün de sivil vesayet öyle...
Şaşırtıcı mı?
Elbette değil.
Kavga bizim kavgamız.
Demokrasi için kavgayı biz vereceğiz.
Özgürlükleri bizim kavgamız getirecek.
Hukukun üstünlüğü için onlar değil, biz kavga edeceğiz.
Demokrasiyi demokrasi yapan bütün bu değerlerin hiçbiri gökyüzünden zembille kendiliğinden inmedi.
Hiçbir zaman, hiçbir yerde inmedi.
Özgürlük diyorsak...
Hukukun üstünlüğü diyorsak...
İnsan hakları diyorsak...
O zaman tek bir yol kalıyor geriye:
Bayrakları kapıp meydanları doldurmak!
Çünkü, hak ve hukukumuzu savunmak ve bu ülkede demokrasiyi tüm kural ve kurumlarıyla yerleştirmek için asıl kavgayı biz vereceğiz, başkaları değil.
Tarih böyle yazıyor.
Despotlar tarihin çöp tenekesine böyle atıldı, böyle atılıyor.
Bizde de farklı olmayacak.
Despotların eninde sonunda gidecekleri yer tarihin çöp tenekesidir, başka bir yer değil.
Ama bunun için, Ahmet Altan’ın dediği gibi, hukuk bayrağı altında toplanıp kavga vereceğiz.

Cumhurbaşkanı, AYM Başkanı Zühtü Arslan'ın (sağda) 'dürüst davranmadığını, kırgın olduğunu, Dündar-Gül kararıyla devlet ve millet çıkarlarının aleyhine davranıp AYM'nin kendi varlığını tartışmaya açtığını' söyledi


Türkiye’de bir despot, Batı’yı Batı yapan değerleri hiçe sayıyor, gıkları çıkmıyor. At pazarlığı yapıyorlar despotla...

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına uymayacağını, anayasanın açık emrini dinlemeyeceğini söyleyip, kendisine bağlı olan mahkemelerin de anayasaya uymaması talimatını vererek “Rubicon’u geçti” ve ‘büyük suç’u işledi.
Anayasa’nın emri çok net ve çok kesin, “herkes Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına uymak zorunda”, uymadığınız zaman anayasayı çiğnemiş, anayasal düzeni temelinden dinamitlemiş oluyorsunuz. 
Ondan sonrası kaos ve karmaşa.
Çünkü ortada herkesin uyması gereken, devletin çerçevesini belirleyen kurallar kalmıyor.
Gücü gücü yetene” dönemi başlıyor. 
Attıkları adımlar, söyledikleri sözler suç. 
Ama parlamento da, yargı da görevini yapmadığı için bu suçlar durdurulamıyor.
Sulh Ceza Hakimliği denilen bir ‘yapı’ oluşturdular.
Oradaki tek bir adamın iki dudağının arasından çıkan sözle insanları hapse atabiliyor, holdinglere el koyabiliyor, gazeteleri kapatabiliyorlar.
Akın İpek’in bütün gazeteleriyle televizyonlarına el koyarak kapattılar. 
Zaman Gazetesi’ne el koydular.
Cihan Haber Ajansı’na kayyım atadılar.
Türkiye’nin en önde gelen işadamlarından Boydak kardeşleri tutukladılar.
Gazetecileri casusluk, teröristlik gibi saçma sapan suçlarla hapse attılar.
Yakında Cumhuriyet’e de el koyacakları söyleniyor.
İsterlerse Aydın Doğan’ın gazetelerine, Rahmi Koç’un holdingine de tek bir kararla el koyabilirler. 
Güneydoğu kanlı bir mahşere döndü, insanları yakarak öldürüyorlar.
Anayasaya ve yasalara uymayan ve devletin imkanlarını kullanan yasadışı bir güce karşı biz ne yapacağız?
Bu oyunu kıracak ilk güç CHP.
Parlamentoda ve miting meydanlarında enerjik bir şekilde harekete geçip, HDP’yle ve “milliyetçilerin” diktatörlüğe karşı çıkan kanadıyla birleşerek çok büyük bir güç oluşturabilir CHP.
Bu ülkede milyonlarca insan, anayasaya uymayan bir gücün insanları öldürmesini, mallarına el koymasını dehşet içinde izliyor, kendilerini kurtaracak siyasi bir gücün ortaya çıkmasını bekliyor.
Yaklaşan facia CHP tabanındaki Kürt düşmanlığı ve Cemaat alerjisini aşacak boyutlara ulaştı.
Türkiye gibi CHP’liler de bir varoluş sorunuyla karşı karşıya.
CHP, kendi varlığını HDP’yle bir araya gelmeden, milliyetçilerin ana gövdesiyle ve AKP’nin “yeniden demokrasiye dönülmesini” talep eden kesimiyle işbirliği yapmadan koruyamaz. 
CHP, hukuktan yana olan bütün güçlerle elele vererek diktatörlüğe giden yolu tıkarsa sadece ülkeyi değil, kendisini de kurtaracak. 
Hukuk bayraklarını açın ve bütün muhalefet güçleriyle birleşerek miting meydanlarına inin.
Milyonlarca insan sizi bekliyor.
Kutuplaşacaksak “hukuk” bayrağının altında kutuplaşalım. 
Hukuk için toplanalım.
Rubicon’u geçenleri durduracak barikat, “hukuk flamalarının” altında toplanacak, anayasal düzene sahip çıkacak milyonlarca insandır. 
O insanlar sizi bekliyor. 
Hukuktan yana olan siyasiler, siz neyi bekliyorsunuz? 
Bunun için “göklerden” bir emir geleceğini mi sanıyorsunuz? 
Beklediğiniz “emir” milyonlarca insanın “özgürlük ve adalet talebinde” yatıyor. 
Görmüyor musunuz?
(Ahmet Altan'ın yazısı

Evet, Ahmet Altan’ın dediği gibi:
Görmüyor musunuz?..

 

Yazarın Diğer Yazıları

Taksim Meydanı 1 Mayıs'lara açılmadıkça, cezaevleri boşalmadıkça...

Bu ülkede demokrasiden, hukuk ve adaletten, özgürlükten söz edilemez

Ermeni kardeşlerimin 24 Nisan soykırım acısını, Hrant Dink'in "23,5 Nisan" yazısıyla paylaşıyorum

"Kim nasıl anlayabilir bunu bilemiyorum ama hem Ermeni olmak, hem Türkiyeli; hem 23 Nisan'ı yaşamak bütün coşkusuyla ve ertesi günün bir parçası olmak bütün hüznüyle..."

Ortadoğu cehennemine Gazze'ye BARIŞ gelecek mi?

İsrail, İran ve Filistin'de iktidarlar değişmedikçe, Batı'nın İsrail'e kayıtsız şartsız desteği son bulmadıkça, Hamas şiddet ve terörden vazgeçmedikçe Ortadoğu'da barış kapısı açılmaz!