Şurası doğru, Putin himayesinde Esad savaşı kazandı, fakat çatışmalar yine de bitmedi. Belki de bu kirli savaşın son ve en dramatik aşamasına gelindi. Geride yurduna geri dönme özlemi içinde yaşayan milyonlarca insan ve harap olmuş bir ülke bulunuyor

İdlib’de bombalar, Tahran’da tören ve solan umutlar..

Tam bir yıl önceydi. İdlib’i ziyaret eden bir gazetecimiz, dönüşünde izlenimlerini anlatmaya şu cümleyle başlamıştı: “İdlib şehir merkezinden çıkarken Ebu Abdullah’ın söyledikleri hala kulaklarımda çınlıyor”.

Ebu Abdullah, “kendi halkına silah sıkamadığı için görevinden ayrılmış” ve sığınmacılığı da “asla düşünmediği” için ülkesinde direnişe geçmiş Suriyeli bir polis memuruydu. Gazetecinin “Türk Hükümeti’ne tek bir şey söyleyebilecek olsan ne söylerdin?” sorusuna da şu yanıtı vermişti: “Hama kırmızı çizgimiz dediniz... Düştü! Halep kırmızı çizgimiz dediniz... Düştü! İdlib için hiçbir şey demeyin!”. (Yeni Şafak, M. Ş. Oruç; 14 Eylül 2017).

•••

Aradan bir yıl geçti; Ebu Abdullah öldü mü, kaldı mı bilmiyoruz; fakat bugünlerde gözler yine İdlib’de! Türkiye ise -biraz daha ihtiyatlı bir dille olsa da- konuşmaya devam ediyor; ama artık kırmızı çizgi yok; tehdit yok; ülke yeni bir göç dalgasıyla burun buruna. İran kendi dertleriyle meşgul ve ipler de daha çok Putin’in elinde görünüyor.

Oysa Putin daha bir yıl önce, Astana zirvesinde, yapacağını yapmış ve “sürec”in en belalı işi Türkiye’nin sırtına yüklenmişti. Halep’te barınamayanlar İdlib’e taşınıyor, Türkiye de “sivilleri koruma” kaygısıyla binlerce cihadistin “garantör”ü oluyordu. Bu vesileyle Türkiye Dışişleri Bakanlığı şu açıklamayı yapmıştı: “Ülke genelinde ilan edilen ateşkesi tahkim etmek amacıyla düzenlenen Astana toplantıları çerçevesinde, 4 Mayıs 2017 tarihinde, Suriye’nin çeşitli noktalarında çatışmasızlık bölgeleri oluşturulması kararlaştırılmıştı. Bu doğrultuda imzalanan muhtırada öngörülen İdlib vilayeti ve civarını kapsayan çatışmasızlık bölgesi, 14-15 Eylül 2017 tarihlerinde yapılan altıncı Astana toplantısında ilan edilmiştir”.

Aradan bir yıl geçti; bugünlerde ise İdlib’den bomba sesleri geliyor. Rus uçakları havadan, Esad’ın ordusu karadan İdlib’i vuruyor ve Erdoğan da, adını anmadan, Putin’e şöyle sesleniyor: “İdlib’de çok acımasız bir süreç işletiliyor. Orada 3.5 milyon insan var; bir felaket yaşanırsa, bu insanların ilk kaçabileceği yer yine Türkiye. İdlib’e füze yağarsa katliam olur.”

Türkiye Cumhurbaşkanı bu sözleri iki gün önce Tahran Zirvesi’nde de söyledi ve nihai bildiriye ateş-kes çağrısının girmesinde ısrarcı oldu. Ne var ki Putin’e sözünü dinletemedi.

•••

Dinletemedi; çünkü Putin -kendi açısından- krizi çoktan çözdüğü kanısındaydı ve artık gerisi de formaliteden ibaretti. Formalite, Tahran’da tamamlanmaya çalışıldı ve ortak basın toplantısında ateş-kes çağrılarına, Putin, “sivil halkı koruma bahanesi ile teröristlerin korunmasına” göz yumulmaması gerektiğini hatırlattı. Bu, üstü kapalı bir şekilde, saldırının devam edeceği anlamına geliyordu. Yani, Washington Post’un toplantıdan hemen sonra yazdığı gibi, “Putin ateş-kes çağrısını Suriye’de olduğu gibi İdlib’de de reddetmişti”. Uluslararası haber ajansları zirve sonucunu dünyaya benzer ifadelerle duyurdular.

•••

Peki, Rusya sahada nasıl bir “çözüm” gerçekleştirmişti?

Rusya, Suriye’ye fiili müdahaleye 30 Eylül 2015’te başlamıştı. Yani Zirve toplanırken müdahalenin üçüncü yılı da tamamlanmak üzereydi. Ne var ki Rus Savunma Bakanlığı 30 Eylül tarihi bekleyememiş ve “mutlu yıldönümü”nü 22 Ağustos 2018 tarihinde yayınladığı bir video ile kutlamıştı. Aslında bir “bilanço” niteliğindeki bu videoda Rusya’nın Suriye sorununa nasıl yaklaştığı ve ne sonuç aldığı tüm boyutları içinde sergileniyordu.

•••

Açıklamaya göre son üç yıl içinde, 434’ü general olmak üzere, 63 012 Rus militeri Suriye’de görev almıştı. Rus uçakları da bu süre içinde “86 bin savaşçı”nın (cihadistler kasdediliyor) ölümüne yol açan 39 bin “sorti” yaptılar. Operasyonlara aralarında uçak gemisi Amiral-Kuznetsov’un da bulunduğu 189 gemi katılmıştı. Bu arada Rus üssü Hmeimim tahkim edilmiş, Tartous Limanı geliştirilmiş ve daha da önemlisi Suriye Savaşı vesilesiyle 231 yeni savunma silahı ve teçhizatı denenmişti. Böylece “Rusya zaferi” ticari alana da uzanıyor ve Moskova son yıllarda Afrika ülkelerine silah satışlarını hızlandırıyordu.

Peki, bu askeri veriler çerçevesinde sahada alınan sonuç ne olmuştu?

Video bu konuda da şu bilgileri veriyor.

Rusya fiilen müdahaleye başladığı sırada Suriye topraklarının ancak % 8’i rejimin kontrolü altındaydı. Oysa Rus ve İran katılımı sonucunda bu oran tersine döndü ve bugün Esad’ın ordusu Suriye topraklarının % 96,5’ini kontrol ediyor. Kuşkusuz bu kolay olmamış, bu arada çok sayıda insan da ölmüştü. Video çatışmalarda – öldürülen sivillerden ve Rus kayıplarından söz etmeden- 300 bin ölü rakamını veriyor. Bu bilgileri aktaran Le Monde gazetesi (25 Ağustos 2018), videonun, Rusya’nın askeri ve diplomatik zaferini belgeleyecek şekilde hazırlanmış olduğunu yazıyor ve belgeden (Putin’in iki kez yaptığı açıklamanın aksine) Rusların Suriye’den çekilmek gibi bir niyetinin olmadığının anlaşıldığını ekliyor. Kısaca Rus belgesi, doğrusu ve eğrisiyle, bir “zafer belgesi” niteliği taşıyor ve geri planda da harap olmuş, feci bir insanlık dramına sahne olmuş bir ülke var.

•••

Rusya cephesi bu; Avrupa yeni bir göç dalgası kabusu içinde; peki, ya Amerika?

Aslında oradan da ilginç sesler geliyor. Beyaz Saray homurdanıyor; Rusya’yı ikaz ediyor; “kimyasal silahlara, katliama sessiz kalamayız!” diyor! Adeta Beştepe ve sözcüleri ile paralellik içinde! Öyle ki bizde iktidar çevrelerinde bile kafalar karışıyor. Suriye’de yapılan “trajik hatalar”a; “Esad takıntısı”nın zararlı sonuçlarına dikkati çeken yazılar yazılıyor; “artık Esad’ı biz de tanıyalım!” sesleri yükseliyor. Yine de kabul edelim ki Beyaz Saray’dan gelen sesler de daha çok kuru gürültüye benziyor. Daha iki hafta önce eski ABD başkanlarından Jimmy Carter, N. Y. Times’ta yayınlanan makalesinde, Temmuz ayında Helsinki’de yapılan Trump-Putin zirvesinde iki liderin Suriye savaşının bittiği ve İran güçlerinin Suriye-İsrail sınırından ayrılacağı konularında anlaşmaya vardıklarını ve ABD’nin Esad’ın iktidarda kalmasına da artık bir itirazı olmadığını yazıyordu. (N. Y. Times; 24 Ağustos 2018).

Son günlerde İdlib’deki Rus pervasızlığı da bunun bir işareti sayılabilir mi?

•••

Şurası doğru, Putin himayesinde Esad savaşı kazandı, fakat çatışmalar yine de bitmedi. Belki de bu kirli savaşın son ve en dramatik aşamasına gelindi. Geride yurduna geri dönme özlemi içinde yaşayan milyonlarca insan ve harap olmuş bir ülke bulunuyor. The Economist dergisine (4 Ağustos 2018) göre Suriye’nin yeniden inşası için 250 milyar dolarlık bir fona ihtiyaç var ve bunu da elbette ki Suriye-Rusya-İran cephesi karşılayamaz. Esad’a kırımcı bir despot gözüyle bakan Avrupa ise bu konuya daha çok mülteci dalgasını bertaraf edici önlemler bağlamında yaklaşıyor. Oysa Esad’ın da kendi hesapları var. O da faciayı fırsata çevirecek yollar arıyor ve ülkesinden kaçanları, “daha sağlıklı ve daha homojen bir toplum” yaratmanın olasılığı olarak görüyor. Bu amaçla gayet seçici davranıyor ve istihbarat birimleri, ülkesine dönmek isteyenlerin dilekçelerini kılı kırk yarar gibi inceliyor. Bu da Türkiye’nin umutlarını ve hesaplarını daha da zora sokan bir unsur olarak karşımızda sırıtıyor.