Hiroşima'nın üzerinden 80 yıl geçti: Ders çıkardık mı?
Japonya’nın Hiroşima şehrinde, barış çanı çalınarak ve bir dakikalık saygı duruşuyla 80 yıl önceki atom bombası saldırısının kurbanları anıldı. ABD’nin gerçekleştirdiği bu ilk nükleer silah saldırısında on binlerce insan ölmüştü. Avrupa’daki köşe yazarları, bu vesileyle caydırıcılığın mantığını ve savaş tehlikesini tartışıyor.
Nükleer tehlike hiç olmadığı kadar büyük
El País, nükleer silahsızlanmanın hâlâ ne kadar önemli olduğuna dikkat çekiyor:
“[Anma günü], endişe verici bir söylemle aynı zamana denk geldi: Moskova, Kiev’in müttefiklerini caydırmak amacıyla nükleer yıkım gücüne atıfta bulundu. ... Donald Trump’ın buna yanıtı, iki nükleer denizaltının harekete geçirildiğini açıklamak oldu; Avrupa ise, başta Fransa ve Büyük Britanya olmak üzere daha fazla nükleer caydırıcılık çağrısında bulunuyor. ABD ile İsrail’in İran’a yönelik saldırısı ise İran rejimine nükleer silahların yaşamsal önemini hatırlattı. ... Nükleer tehdit artık yalnızca bir söylem değil ve insanlık, bu tehdidi ortadan kaldırma hedefinden vazgeçmemeli.”
Kendi sorumluluğumuzun farkına varalım
L’Echo, Belçika gibi atom bombasına sahip olmayan ülkelerin de nükleer meselesinde sorumluluk taşıdığı uyarısında bulunuyor:
“Ülkemiz daha en başında, Japonya’ya atılan bombaların üretiminde kullanılmak üzere [o vakitler Belçika yönetiminde bulunan Kongo’daki] Katanga bölgesinde yer alan Shinkolobwe madeninden çıkardığı uranyumu tedarik etmişti. … Avrupa’nın artık ‘barış temettüsü’ dönemine son verip yeniden kapsamlı bir şekilde silahlanmaya gittiği bir dönemde, Belçika hükümeti de diğerleri yerine F-35 savaş uçakları satın alıyor; çünkü bu uçaklar, ülkede konuşlandırılmış nükleer silahları taşıma kapasitesine sahip. Soğuk Savaş’tan miras bu nükleer caydırıcılık sistemine dahil olan her ülke gibi, Belçika da üstlendiği bu rolün ciddiyetini asla unutmamalı. Nükleer caydırıcılık kumara benzer ve Putin’lerin ya da Trump’ların dünyasında hiç olmadığı kadar riskli bir kumar bu.”
İnsanlık olarak aptallığımızın kanıtı
La Stampa, günümüzde nükleer silahlarla bu denli pervasızca tehditler savrulabilmesine öfkeli:
“'Ne yaptık?' sorusunun üzerinden 80 yıl geçmiş olmasına rağmen, kanıtlanmış ya da şüpheli nükleer silah cephaneliklerine sahip ve bunlara sahip olmaya aday ülkelerin sayısının katlanarak artması, insanlık olarak aptallığımızın muazzam bir kanıtı gibi görünüyor. ... Hiroşima’dan 80 yıl sonra, savaşlar nedeniyle cesaretimiz kırılmış durumda, nükleer bir felaketin eşiğindeyiz. Acınası politikacılar, sanki çok uzun süreler kasalarda saklanmış mücevherlermiş gibi, bu silahları sallayıp tehditler savuruyorlar. Silah olmayan şeyi yeniden silaha dönüştürdüklerini göstermek için denizaltılar ve füzeler kullanıyorlar.”
Yanlış yönde atılmış tehlikeli bir adım
Bir grup sivil toplum kuruluşu, Libération’da Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Fransa’nın nükleer korumasını Avrupa’yı da kapsayacak şekilde genişletme çabalarının bütün dünya için ölümcül sonuçlar doğurabileceği uyarısında bulunuyor:
“Nükleer Silahların Yasaklanması Antlaşması’nı destekleyen hükümetler bunu görmüştü: Nükleer caydırıcılık çözüm değil, sorunun ta kendisidir. Çatışma mantığını körükler, (nükleer ve konvansiyonel) silahlanma yarışını tırmandırır, uluslararası anlaşmaları zayıflatır ve devletler arası ilişkilerde tehdidi meşru bir araç haline getirir. Fransa’nın caydırıcılığını Avrupa geneline yayma fikri, tehlikeli bir zincirleme etki doğurur. Rusya’nın tepkilerine yol açar, diğer nükleer güçlerin ya da nükleer güç olma eşiğindeki ülkelerin hırslarını besler ve nükleer silahların yayılmasını önleme rejiminin sonunu hızlandırır.”
Ahlak ve teknoloji arasındaki uçurum büyüyor
Yazar Irene Lozano, eldiario.es’de yapay zekânın icadıyla benzerlik kuruyor:
“Atom bombası sayesinde, tüm nesilleri ortadan kaldırabilecek ilk nesil olduk. Para ve güç motivasyonuyla geliştirilen yapay zekâ da bu endişenin tam kalbine dokunuyor. … Ahlaki eylem becerilerimiz ile teknolojik gücümüz arasındaki uçurum büyüyor; ancak yapay zekânın ahlaki sonuçlarını denetleyecek olan sekiz milyar insan değil. … Bu sorumluluğu şirketlerin almasını istemeliyiz. … Demokratik hükümetler de onların sınırlarını çizmeli. … Bu teknolojilerin gelişimi idrak kapasitemizi aşmamalı, aksi takdirde yeni bir Hiroşima’ya yeni atom bombaları düşebilir.”