Fransa yine başbakansız kaldı: Macron ne yapacak?
Fransa Başbakanı Sébastien Lecornu, pazartesi günü kabinesinin belli olmasının üzerinden henüz yirmi dört saat geçmişken istifa etti. Gerekçe olarak partilerin uzlaşmaya yanaşmamasını gösterdi. Cumhurbaşkanı Macron, 2024'teki erken seçimlerden bu yana göreve gelen üçüncü başbakan olan Lecornu’yu 9 Eylül’de başbakanlığa atamıştı. Yorumcular krizin hem nedenlerini irdeliyor hem de çıkış yolu arıyor.
Son koz RN'nin küçük düşürülmesi
Irish Independent'a göre Macron, parlamentoyu yeniden feshedip Le Pen'in partisinin kendi kendini itibarsızlaştırmasını bekleyebilir:
“Rassemblement National (RN) yeni Ulusal Meclis’te bir kez daha en büyük siyasi güç haline gelirse, Macron Jordan Bardella’yı başbakan atayabilir. … Ancak RN liderliğindeki bir hükümet sert muhalefet, uzlaşma ve uzlaşı arayışında zorluklar, ayrıca ekonomi konusunda belirsizlik ve güvensizlik ortamıyla karşılaşacaktır. Kısacası, Macron’un önceki hükümetlerinin de mücadele ettiği sorunlarla. Cumhurbaşkanı muhtemelen RN’nin ülkeyi hayli kaotik biçimde yöneteceğini, bu yüzden de aklı başında hiç kimsenin cumhurbaşkanlığı seçimlerinde onlara oy vermeyeceğini öngörüyor.”
Kibir düşüşü getirir
Die Presse, siyasette daha fazla sağduyulu olunmasını istiyor:
“Fransa’daki kaostan çıkarılacak bir ders de şu: Macron tarzı politikacılar -radikal reform vaatleriyle gelip siyaseti kendi kişiliğine göre biçimlendiren, partileri ve sistemleri 'yıkıp geçen' genç ve hiperaktif liderler- uzun vadede yıpratıcı oluyor. İtalya’da Matteo Renzi ve Büyük Britanya'da Tony Blair gibi enerjik reformcular da bunun birer örneği. İkarus etkisinde başarısız oldular; kendilerine aşırı güvenleri onları tökezletti. Ve geride büyük bir enkaz bıraktılar. … Avrupa’nın merkez partileri için asıl zorluk, güncel ve inandırıcı alternatifler ortaya koyabilmek. … Siyasetin, belki de yalnızca iyi yönetim ve daha az kibirle, çok daha sağlam biçimde yürütülebileceğini göstermek gerekiyor.”
Seçmen de masum değil
Le Temps’in Paris muhabiri Paul Ackermann, siyasi krizde seçmenin de suçu olduğunu söylüyor:
“Emmanuel Macron’un sorumluluğuna dair çok şey söylendi. … Yine ne uzlaşı arayan ne de uzlaşmadan anladığı rezillikten başka bir şey olan bir siyaset sınıfı ile muhalefetin sorumsuzluğu hakkında da. … Ancak bugünkü karmaşada seçmenin -dolayısıyla Fransızların kendilerinin- payını da sorgulamayı enteresan buluyorum. Çünkü nihayetinde siyasetçiler yalnızca bir sonraki seçimlerde en çok karşılık bulacağını düşündükleri sözleri sarf ederler. İnsanlara istediklerini verirler: net ve tavizsiz tutumlar - ya da salt saf öfke.”
Kim olsa beceremezdi
Siyaset bilimci Alexey Makarkin, Echo tarafından alıntılanan bir Telegram gönderisinde yaşanan rezaleti merkez partilerinin uzlaşmaz tutumlarıyla açıklıyor:
“Başbakan, Sosyalistlerle uzlaşarak merkezin solundan sağına kadar uzanan geniş tabanlı bir hükümet kurmayı başaramadı. Bu tesadüf değildi, çünkü Sosyalistlerle uzlaşmak Cumhuriyetçilerle kopmak anlamına gelecekti. … Cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaştıkça, partiler seçmen tabanlarını korumak uğruna kimliklerinin arkasında daha da ısrarla duruyorlar. Merkez sağın ‘çılgınlık’ gördüğü şey, merkez sol için normal oluyor. Sadece Lecornu değil, kim gelse Sosyalistler ile Cumhuriyetçileri bir araya getirmeyi beceremezdi.”
Hükümeti kurma görevi sola verilmeli
El País elde kalan seçenekleri sıralıyor:
“Emmanuel Macron artık hiç olmadığı kadar yalnız durumda ve zor bir ikilemle karşı karşıya: Ya istikrarsızlığı ve dolayısıyla toplum ile siyaset sınıfı arasındaki uçurumu daha da derinleştirme pahasına çizgisinde ısrar edecek ya da kendi giriştiği seçimlerin sonucunu nihayet kabul ederek, solun en azından bir kez hükümeti kurmayı deneme meşruiyetini tanıyacak. Bir diğer seçenek de parlamentoyu yeniden feshetmek; ama aşırı sağcı RN’yi [Rassemblement National] güçlendirme riski taşıyan bu hamleyle günün sonunda yine aynı çıkmaza da saplanabilir. Bu son seçenek olası görünüyor, çünkü Macron müzakerelere başlaması için Lecornu’ya 48 saat süre tanımış ve başarısız olursa sorumluluğu bizzat üstleneceğini açıklamıştı.”
Sandığa dönme vakti geldi
Le Figaro, gerçeklerin nihayet kabul edilmesi gerektiğini savunuyor:
“Görev dağılımları döngüsünü sürdürmek, güvensizlik oylarını önlemek için pazarlıklar yapmak veya hükümette istikrar vadeden sözde 'yollar' izlemek yerine, gerçeklerle yüzleşmek gerekiyor: Temmuz 2024’ten beri süren bir yanılsamanın içindeyiz - seçimleri kaybetseler de ezici çoğunluğa sahip olanlara özgü bir kibirle ülkeyi yönetme hakkını kendilerinde bulan partilerin yanılsamaları. Ama suçluyu yanlış yerde aramamalı. ... Bu büyük karmaşa, bu kafa karışıklığı, bizi Beşinci Cumhuriyet’in lütfuyla hem çok fazla yetkiye hem de büyük sorumluluğa sahip olan kişiye götürüyor: Cumhurbaşkanı'na. Anahtar yalnızca onun elinde: sandığa dönüş.”
Finans piyasalarından uyarı sinyali
Frankfurter Allgemeine Zeitung, Fransa'nın ekonomik istikrarından endişe duyuyor:
“Paris’te, çok sayıda insanın ülkenin ciddi sorunlarıyla ilgilenmektense yeni seçimlerin sonucunu beklemeyi tercih ettiği izleniminden kurtulmak zor. Oysa bu sorunlar uzun süredir biliniyor ve ertelendikçe çözülmeleri daha da zorlaşıyor. Pazartesi günü finans piyasaları siyasetçilere bütçe açıklarını bir kez daha hatırlattı. Eğer AB ve Avro Bölgesi’nin ikinci büyük ekonomisi olan Fransa bugün Yunanistan ya da İtalya’dan daha riskli görülüyorsa, bu ciddi bir uyarı işaretidir. ... Avrupa, avro krizi döneminde reformların çoğu zaman piyasa baskısıyla hayata geçirildiğini acı bir şekilde öğrenmişti. Paris bu deneyimi yaşamamalı - hem kendi hem de ortaklarının çıkarı için. ... Normal koşullarda Fransa’da bir sonraki seçim 2027’de gerçekleşecek; ancak o zamana değin böyle devam etmesi pek muhtemel görünmüyor.”
Yalnız bir cumhurbaşkanı
Corriere della Sera, Fransızların cumhurbaşkanlarına ne denli yabancılaştığını şöyle açıklıyor:
“[Eski Başbakan] Gabriel Attal, ‘artık onu anlamıyorum’ dedi. … Attal gibi, Macron’a inanan başka pek çokları da artık kendisini anlamıyor: Neden [Haziran 2024’te] durduk yere Ulusal Meclis’i feshettiğini, neden yaşlı bir beyefendi olan Barnier’yi başbakanlığa atadığını, ardından neden bir başka yaşlı beyefendi Bayrou'yu ve son olarak da genç Lecornu’yu -onun da aşılmaz kusuru Macron’a sadık son kişi olmasıydı- başbakan seçtiğini anlayamıyorlar. Macron’la ilişkili her şey hem yurttaş hem de neredeyse bütün siyaset sınıfı nezdinde popülaritesini yitirmiş durumda.”