ABD'nin güvenlik stratejisi: Avrupa'yı tehdit eden ne?
ABD hükümetinin yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi’nin yayımlanmasının ardından, Avrupa makul bir tepki verme arayışında. Belgede, Avrupa’nın “medeniyetin çöküşü” tehlikesiyle karşı karşıya olduğu ve Amerika’nın bugünkü gidişatı düzeltmeleri için “Avrupa’daki siyasi müttefiklerini” destekleyeceği belirtiliyor. Yorumcular, ABD’nin Avrupa’nın iç siyasetine müdahalesi konusunda uyarılarda bulunuyor.
İç siyasetteki yangına benzin
Aftonbladet, Avrupa’daki seçimlerin etkilenmesinden endişe duyuyor:
“Pek çok Avrupa ülkesi zaten çok karmaşık bir iç siyasete sahip ve önümüzdeki yıllarda çok sayıda önemli seçim yapılacak. Seneye Macaristan’da seçimler var. Ondan sonraki yıl ise Fransa’da yeni cumhurbaşkanı seçilecek. İspanya ve İtalya en geç 2027’de sandık başına gidecek. Almanya’da aşırı sağcı AfD [anketlerde] neredeyse iktidardaki Hıristiyan Demokratlar kadar güçlü gözüküyor ve Büyük Britanya’da da benzer görüşteki Reform UK kamuoyu araştırmalarında birinci sırada çıkıyor. Şimdi de Donald Trump, bu ateşe daha da çok benzin dökmek istiyor.”
Trump tüm dünyadaki destekçilerini cesaretlendiriyor
Karar köşe yazarı Fehmi Koru, Trump'ın Avrupa'daki liberal olmayan hareketler üzerindeki etkisini yorumluyor:
“Sevinenler arasında, hiç kuşkusuz, Avrupa’da son yıllarda siyasi moda haline dönüşen ve birkaç ülke siyasetini derinden etkileyen ‘illiberal’ etiketli, demokrasiye kayıtsızlıklarıyla ön plana çıkan liderler de vardır. Trump yalnızca ABD’de silinmez izler bırakmakla yetinmeyecek, kendi ideolojik tercihlerini bütün dünyada hâkim hale getirmeye de çalışacak.”
Tarih daha yazılmadı
Ouest-France, geleceğin bizim de ellerimizde olduğunu vurguluyor:
“Metin açık, fakat ona aşırı bir anlam da yüklememeli. Avrupalılar hedef tahtasında olsalar ve Donald Trump’ın kafasında giderek artan bir vasallığa tabi tutulsalar bile, tarih daha yazılmadı. Bizim tepkimiz de en az bu saldırı kadar önemli olacak. (Washington tarafından) vasal haline getirilmek mi, kendimizi savunmadan (Moskova tarafından) saldırıya uğramak mı, yoksa kendi nüfuz alanımızı tanımlamak mı istiyoruz? … Böyle bir bağlamda olağanüstü bir AB zirvesi absürt kaçmaz. Sakin kalmak önemli, ama hiç tepki vermemek utanç verici.”
Zaman ve seçimler Avrupa'nın ensesinde
Helsingin Sanomat, Avrupa’yı devasa bir görevin beklediğini vurguluyor:
“Avrupa ülkeleri, birlik oldukları ve siyasi irade gösterdikleri takdirde Rusya’yı dizginleme gücüne sahipler. … Sorun, zaman darlığı. ABD’nin geride bıraktığı askeri boşluğun doldurulması on ila on beş yıl sürecektir. Oysa bu kadar zaman mevcut olmayabilir ve Avrupa ülkelerinde sürekli olarak, düşmanca eylemlerle etkilenebilecek seçimler yapılıyor. Dünya düzeninin alt üst oluşunu izlemek ilginç olsa da, bunun tam ortasında yaşamak rahatsız edici.”
Vance'in elinden çıkmış
Maszol, belgenin geleceğin muhtemel başkanı Vance’in politikasına dair bir öngörü sunduğu görüşünde:
“Bu belge, Trumpizm’in bir yansımasından ziyade, onun daha da ileri taşınmış bir versiyonunun, yani ‘Vanceizm’in izlerini taşıyor. … Süreç muhtemelen ancak olası bir Vance başkanlığında tam anlamıyla kendini gösterecektir; yine de bu ulusal stratejiyi, Vance’in ve arkasındaki düşünürler grubunun fikri ürünü olarak nitelemek yanlış olmaz. Belgenin stratejik derinliği ve işaret ettiği tamamen yeni istikamet, Trump’ın yüzeysel düşünce yapısından oldukça uzak.”
Yeni hakikate hoş geldiniz
El Mundo’ya göre Avrupa tarihi bir dönüm noktasıyla karşı karşıya:
“Trump yönetimi dün, Avrupa’nın artık askeri ve stratejik bakımdan ABD’ye bağımlı olamayacağını doğruladı. Ayrıca ABD’nin, yaşlı kıtanın ‘rotasını düzeltmesine’ yardımcı olmak amacıyla ‘Avrupalı yurtsever partileri’ -yani milliyetçi ve kimlik odaklı grupları- destekleyeceğini de kabul etti. Bu uyarı duymazdan gelinemez: Işıklar sönüyor ve AB artık kendi güvenliğini kendi sağlamak zorunda. ... Bunun Trump’ın meşhur dönekliğiyle alakası yok; aksine bu, yeni dünya düzeni için özenle kurgulanmış bir stratejinin parçası. ... Washington’ın bu rota değişikliği, Avrupa’yı tarihi bir sınavla karşı karşıya bırakıyor.”
Herkes Macaristan gibi olmalı
Público, ABD’nin demokratik değerlerden uzaklaştığı ve Avrupa’nın da aynısını yapmasını istediği yorumunda bulunuyor:
“Trump yönetiminin Amerikan dış politikasını tersine çevirdiğini ve en önemli değişikliklerden birinin, tam da bu politikayı şekillendiren demokratik değerlerden kopuş olduğunu zaten biliyorduk. Donald Trump’ın NATO’ya değer vermediğini ve Avrupa’nın, üstelik güvenliğine yönelik doğrudan bir tehditle yeniden karşı karşıya olduğu bir dönemde, Amerikan korumasını kaybetme tehlikesi taşıdığını zaten biliyorduk. Şimdiyse, demokrasilerinin paylaştığı ortak ilke ve değerlere dayanması sayesinde tüm zorluklara rağmen ayakta kalabilmiş Atlantik İttifakı’nın, ancak tüm Avrupa ulusları Macaristan’a dönüşürse hayatta kalabileceğini öğrenmiş olduk.”
Washington'ın bariz müdahalesi
Dennik Postoj’un yorumu şöyle:
“Trump yönetimi, göç ve diğer konulara ilişkin görüşlerini yurt dışında dayatma konusunda misyoner bir motivasyonla hareket ediyor. Avrupa’nın pek çok politikası gerçekten de eleştiriyi hak ediyor. Ancak ABD’nin yeni güvenlik stratejisi, Avrupa devletlerinin egemenliğine, şimdiye kadar hiçbir Amerikan yönetiminin cüret etmediği türden bariz bir müdahale öngörüyor. Normal şartlarda Washington’dan gelen bu tür açıklamaların net bir dille reddedilmesi gerekirdi. Fakat Avrupalılar şu anda bunu yapabilecek durumda değiller; Avrupa kendi güvenliğiyle ilgili politikalarda ABD’nin yerini bir şekilde alabilene dek, güvenlik garantörlerini en azından geçici olarak yatıştırmaya çalışmak zorundalar.”
Hayatta kalma stratejisi olarak kendini inkâr
Tages-Anzeiger mevzuyu şöyle özetliyor:
“Avrupalılar, kısa vadede Beyaz Saray kaynaklı provokasyonları kısmen de olsa sineye çekmek zorunda. ... Pohpohlamalar, yaldızlı hediyeler ve nihayet kendi güvenliğine yatırım yapma vaatleri biraz boyun eğmeyi gerektirse de zorunlu; çünkü Avrupa’da konuşlanmış 80 bin ABD askerinden vazgeçmek mümkün değil. Avrupalılar bir yandan da değerlerine sadık kalmalı ve Washington’ın iç işlerine müdahalelerine net bir şekilde karşı koymalı. Beyaz Saray belli ki, Avrupa’nın geleceğini göçmen kışkırtıcılığı yapan ya da AB gibi uluslarüstü yapıları hiçe sayan ‘yurtsever’ (yani sağ popülist) partilerde görüyor. Ancak Avrupalılar ne demokrasilerine yönelik saldırıları hoş görmeli ne de AB’den yüz çevirmeli - bu ancak Washington ve Moskova’nın Avrupa’yı bölmesini kolaylaştırır.”
Artık kendi ayaklarımız üzerinde duralım
The Sunday Times, Avrupa’nın güvenlik politikalarında artık ABD’ye bağımlı kalmaması gerektiği uyarısında bulunuyor:
“Trump’a ne kadar boyun eğersek, bizi bölmek ve küçük düşürmek için ABD’nin gücünü ve nüfuzunu o kadar kötüye kullanacak. Aslında bütün Batılı siyasetçiler, Trump’ın NATO’nun savunma garantisine sadık kalmayacağı varsayımıyla hareket etmelidir. Bu da savunma konusunu nihayet ciddiye almamızı ve kendi ayaklarımız üzerinde durmamızı sağlayabilir. Elbette Büyük Britanya ve Avrupa açısından büyük bir sınav bu. Aksi takdirde sadece Trump’ın değil, Putin ve Şi’nin de giderek acımasızlaşan şantajlarının kurbanı oluruz. Şöyle de denebilir: Bunu bir bakıma hak etmiş sayılırız.”
Rusya memnun
Svenska Dagbladet’e göre, gidişatın sinyalleri Münih Güvenlik Konferansı’ndan beri verildiği için ABD’nin yeni güvenlik stratejisi pek de sürpriz olmadı:
“Şubat ayından bu yana ilişkilerde çok şey değişti. Yine de Trump’ın ulusal güvenlik stratejisi şüphesiz enine boyuna incelenecektir; burada özellikle göze çarpan husus ise ABD’nin eski ezeli düşmanı Rusya’nın ne eleştirilmesi ne de tehdit olarak tasvir edilmesi. Hafta sonu Moskova’dan, Kremlin Sözcüsü Dmitri Peskov’dan memnuniyet belirten bir onay geldi. Peskov, Trump’ın stratejisindeki değişikliklerin ‘genel hatlarıyla kendi vizyonlarıyla uyumlu’ olduğunu belirtti.”
Washington Ukrayna'da her şeyden önce sükûnet istiyor
Siyaset bilimci Viktor Şlintçak, Facebook’taki yorumunda Ukrayna için şu sonuçları çıkarıyor:
“ABD, Avrupa cephesinde öngörülebilirlik istiyor. Mesele ‘saldırganın koşullarına göre’ barış değil belki ama sonsuz bir gelgit durumu da değil. Kaynakları tüketmeyen istikrarlı bir formata ihtiyaç var. İkincisi, Ukrayna meselesi artık odağa Çin alınarak değerlendiriliyor. … Gelecekteki müzakerelerde, garantilerde veya anlaşmalarda artık şu soru sorulacak: ‘Bu, Çin ile çatışmasında ABD’yi zayıflatır mı?’ Üçüncüsü: Güvenlik garantileri artık sadece sözden ibaret değil. Amaç, Rusya’nın savaşma kabiliyetini sınırlamak. Bu da ağırlık merkezinin dünyayı 1991’deki duruma geri döndürmekte değil, caydırıcılıkta olduğu anlamına geliyor.”